Son yıllarda artan kadın cinayetleri, toplumsal bir yaraya dönüşürken, her gün yeni bir acı hikaye daha duyulmaya başlıyor. Bu hikayelerin ardında yüzlerce hiç anlatılmayan hayat, kaybedilen umutlar ve yaşanmayan hayaller var. Alışıldık sayılara ve istatistiklere dönüşen bu cinayetler, aslında her biri birer insan olan kadınların trajedilerini barındırıyor. Sena, işte böyle bir hikayenin gölgesinde kalan bir isim. “Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum” diyen Sena, yok olmaktan, cinsiyet temelli şiddetten ve önyargılardan duyduğu derin acıyı halkla paylaşıyor.
Sena, 30 yaşında bir kadın. Çalışkan bir mühendis, sevgi dolu bir kız kardeş ve aynı zamanda hayalleri olan bir birey. Ancak bir günde her şey değişti; sevdiği adam tarafından planlanan ve gerçekleştirilen bir saldırıyla hayata veda eden dostlarından birinin ölüm haberini aldı. Arkadaşının yaşadığı kadına yönelik şiddet, onu derinden sarstı ve hayatını sorgulamaya itti. “Onun başına gelen benim de başıma gelebilir” düşüncesi, Sena’yı adeta alevler içinde bıraktı. “Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum” sözü, Sena'nın aklında sürekli dönen bir mantra haline geldi. Çünkü onun gözünde cinayet istatistikten çok daha fazlasıydı; her cinayet, bir insanı aramızdan alıyordu.
Sena, arkadaşının ölümü sonrasında cinsiyet temelli şiddete karşı bir mücadele başlatmaya karar verdi. Bu, yalnızca kendisi için değil, kadınların toplumsal hayatta daha güçlü bir ses bulabilmesi adına verilen bir mücadeleydi. İnsanları bu konudaki duyarsızlığa çekmek için sosyal medya platformları üzerinden farkındalık kampanyaları başlattı. “Kadın cinayeti” ifadesinin yarattığı soğuk ve uzak algıyı kırma hedefiyle yola çıkan Sena, her bir kadının hikayesinin duyulması gerektiğini vurgulayarak; “Bu hikayeler, birer veri olmaktan çok daha fazla şey ifade ediyor” dedi.
Sena’nın amacı, kadın cinayetleri ile ilgili topyekün bir bilinç oluşturmak. Toplumun her kesiminin üzerine düşen bir sorumluluk olduğunu belirten Sena, kadınların yaşadığı şiddet olgusunun çözümü için eğitimden yasaların iyileştirilmesine kadar geniş bir perspektifte mücadele verilmesi gerektiğini savunuyor. “Ülkemizdeki her kadın, yaşamın her alanında eşit fırsatlara ve hürriyetlere sahip olmalı” diyen Sena, hukuki reformların, fıtratımızda yer alan cinsiyet eşitliği anlayışıyla desteklenmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Bu noktada, hem mevcut yasaların daha etkin bir şekilde uygulanması hem de toplumsal zihniyetin dönüşümü önemli bir yere sahip.
Bu mücadelede yalnız olmadığını bilmenin önemine değinen Sena, “Benim hikayem ve benim sesim, talihsiz bir kadının sessizliğinden daha güçlü” diyor. Kadın dayanışmasının ve birbirini desteklemenin önemına dikkat çekerek, diğer kadınları harekete geçmeye davet etti. Kadınların, yaşadıkları travmalarla yüzleşerek güçlenebileceklerini belirten Sena, "Toplumun sesimizi duyması için bizler ses çıkartmalıyız" diye ekliyor.
Son olarak Sena, gelecekte daha güzel bir dünya için umut dolu bir mesaj gönderiyor: "Herkesin bu mücadeleye katılması zorunlu. Kendi hikayelerimizle, birer istatistik değil, gerçek yaşayan insanlarız." Öyleyse, Sena'nın çığlığı, sadece bir bireyin değil, cinsiyet temelli şiddetin mağdurlarının sesidir. Bu çığlık, Türkiye dahil tüm dünyada yankılanmalı; kadınların haklarını, canlarını ve hayallerini korumalıdır.
Bu sesi duyduğumuzda, belki de daha önce kaybettiğimiz çok sayıda hayat için birer adım atabileceğiz. Sena’nın hikayesi, yalnızca bir kadının hikayesi değil; toplumun her ferdinin, kadın ve erkek, dinlemesi gereken bir uyanma çağrısıdır. Unutulmamalıdır ki, kaybedilen her can, sadece bir istatistik değildir; ardında bir yaşam hikayesi, umut ve hayaller taşır.